Sesini Yitirmiş Tanrıça..!

Mustafa Çölkesen

Modern zamanların kadınlara sağladığı nispi haklara rağmen bir toplumsal cins olarak kadınlar, yaşadığımız dünyanın toplumsal ve siyasal gidişinin gelecekteki doğrultusuna yönelik düşünsel kaygıların uzağında durmaya, bu konudaki “tarihsel sessizliklerini” korumaya devam ediyorlar.

Oysa daha yakın geçmişte, 1980’lerin ortalarında “yeni toplumsal hareketler” olarak adlandırılan örgütlenmeler bağlamında kadın hareketi de bir dinamizm yakalamış görünüyordu. Bürokratik sosyalist bloğun çözülmesiyle birlikte, dünyanın apolitikleşme süreci kadın hareketlerini de giderek marjinal yapılar haline dönüştürdü. Bu genel hareketsizliğe eşlik eden örgütlülükten kaçış nedeniyle kadınlar, özgül sorunlarını tarihsel kökenleriyle ele alıp, onlara önderlik ederek, binlerce yıl önce kaybettikleri itibarlarını kendilerine kazandırma çabasında olacak kolektif örgütlerini yitirmiş durumdalar.

Bu örgütsüzlük halinin kadınlara biçtiği yeni rol bellidir: hızla çürüyen bir dünyada yönsüz kalma, umarsızlık, kadercilik ve çilecilik, kitlesel cahilleşme eğiliminin etkisine giderek daha fazla maruz kalma, burjuva yaşam biçiminin nesnesi olma, biçimsel kadın egolarını kışkırtan güzellik endüstrisinin ballı müşterileri haline gelme, metalaştırılmış cinsellikleri ile küresel medyanın satış körükleme malzemesi olma...

Dolayısıyla kadınlar, haklarındaki ayrımcı (erkek) kanıları geçersiz kılacak devrimci bir değişim için artık daha isteksiz…

Haliyle, kadınlar maddi uygarlığa ilişkin algılarını da değiştiriyorlar: Kendi geleceklerini kurma iradesinden uzaklaştıkça, gelecekten haber veren gizemciliğin çekiciliği artıyor. Uygarlığın sınıfsallığı, erkek egemen niteliği, bunun bir bütün olarak insanlığı ve kadınları nasıl sınırladığı, bu sınırlılıktan kurtarabilecek bir yeni toplum kurma arzusu gibi politik veçheler çoktan unutuldu. Kadınlar artık bunlar yerine pagan dinlerinin kalıntıları olan fal, büyü, gizemcilik gibi okült kategorilerin gerçeklik-dışı dünyasına sığınıyorlar… Tıpkı Eski Sümer topraklarında tapınılan Tanrıça İnanna’nın yaptığı gibi (kız kardeşi) Ereshkigal’in hüküm sürdüğü “ölüler dünyası”ndaki yerlerini alıyor ve bir bakıma hiçleşiyorlar

Oysa insanlık tarihinin uzunca bir diliminde, doğurganlıkları ve hayatın yeniden üretiminde üstlendikleri rol sayesinde kadınlar, daha önemli bir güce ve itibara sahiptiler. “Ana tanrıça” işte bu dönemin sembolüdür.

Toplumsal bir cins olarak kadınların statülerindeki büyük değişikliğin ilk adımları, neolitik uygarlığın maddi birikimlerinin gelişip, ilk emperyal amaçların ortaya çıktığı zamanlarla çakışır: Arkeolog Michael Roaf, erken Sümer döneminden kalan kadın tasvirleri buluntularının nispi çokluğuna dayanarak, bu durumun başlangıçta kadının statüsündeki eşitliği açıklayabileceğini öne sürmektedir. Ancak bazı yazarların teokratik sosyalizm olarak adlandırdığı erken hanedanlık döneminden sonra, heykel, mask ve rölyef gibi sanatsal objelerde kadın tasvirlerinin giderek azaldığını, bir süre sonra yok olduklarını gözlemleriz. Bu yok oluş, erken Sümer medeniyetinin kutsal metinlerinde gücünü belirgin şekilde hissettiren “Göklerin Tanrıça”sı İnanna kültünün belirsizleştiği ve lokalize olduğu süreçle paraleldir. Kadınların sembolleriyle birlikte tarih sahnesinden çekildiği bu dönem, aynı zamanda Mezopotamya tarihinde işbölümü ve teknolojinin nispi olarak geliştiği, maddi birikimlerin arttığı ve emperyal amaçlarla savaşların, istilaların, zalimliğin ve acıların arttığı bir dönemdir

Asya kökenli kavimlerin saldırılarına değin uzun bir süre izole ve barışçıl bir yaşam süren Eski Mısır’daki sanatsal eserlerde kadın tasvirlerinin bolluğu, Hathor ve Roma dönemine kadar uzanan İsis kültünün varlığı büyük olasılıkla kadınların güçlü konumuna işaret eder. Bu saldırıların akabinde emperyal yayılmasını başlatan Mısır’da toplumsal yapının ve dengelerin kadınların aleyhine ne ölçüde değiştiğini tahmin edemiyoruz.

Mısır’da yüzyıllara dayanan bir kölelik dönemi geçirdiklerini iddia eden ve vaat edilmiş kutsal topraklar adına bir çok halkı yediden yetmişe kılıçtan geçirmekle övünen ataerkil bir Sami  kavmi olan İbraniler ise, kutsal metinlerinde, erkeğin kaburgasından yaratıldıklarını ve “ilk günah”ın işbirlikçisi olduklarını söyleyerek yer verirler kadınlara… Kadının doğuştan ikincil konumu artık bu devletin kutsal metinleri ve ideolojisinde resmen beyan edilmiştir.

Sonra, yeni tutum ve ritüelleriyle yepyeni bir çağın açılacağını iddiasında olan İsa peygamberin dönemi açılır…

Onun komün değerlerini savunan ilk izleyicileri arasında çok sayıda kadının olması, kadınların binlerce yıla dayanan uzun bir uzlaşma evresinden sonra ilk devrimci tepkilerini ortaya koymaları süreci olarak da görülebilir. Bu tepkiler, kurumsal Hıristiyanlık dininin asıl kurucusu olan “kraldan çok kralcı” Aziz Paulus’un çelişik erkek egemen öğretileri tarafından ortadan kaldırılmıştır.

Pagan öğretilerin krizlerinin ortasında yeni bir inanç arayışına cevap veren Hz. Muhammed’in dininde pek çok kadının bulunduğundan ve kadınların yeni dinlerin evrensel yayılmasına hizmet ettiklerinden kuşku duyulmamalıdır. Sonuncusunda ataerkil çöl kabilelerinin acımasız biçimde baskı altına aldığı kadınlar, bu hümanist öğretinin coşkusuyla yeni bir devrimci momente girmiş olmalılar…

Böylelikle, kadınlar açısından uygarlık bunalımı momentlerinde çürümüş öğreti ve yapılar karşısında yeni ve devrimci olanı sezinleyerek peşinden gittikleri dönemlerin yaşandığını gözlemleyebiliyoruz.

Bugün insanlık, Jaspers’in “Eksen çağı” diye tarif ettiği ideolojik devrimler zincirinin ortaya çıkışlarını hazırlayan koşullara benzer şekilde, her veçhesiyle yeni bir bunalım evresinden geçiyor. Üstelik, bu kez, batı merkezli ilerleme fetişinin neden olduğu ekolojik tahrip süreciyle tarihin gördüğü en kritik kavşaklardan birisiyle karşı karşıyayız. İstisnai bir kadın olan Rosa Luxenburg “ya sosyalizm yada ölüm” şiarı ile burjuva medeniyetinin bu ürkütücü ikilemini sezinlemiş ve belki de kendi hemcinslerine erken bir uyarıda bulunmuştu…

Bir zamanlar yaşamın, var oluşun, bereketin, koruyuculuğun sembolü olarak görülen “Ana tanrıça”nın kızları, bu var oluş krizinde canlılığın ve insan türünün bekası için yeni bir devrimci kalkışmaya yeniden el vermek zorundalar…

07.6.2009



0 yorum :: Sesini Yitirmiş Tanrıça..!

Yorum Gönder